Trajedi sevmem derim ya her fırsatta, hani o mutsuz sonları,
acılı şarkıları işaret edip… Oysa bugün bana farklı düşündüren bir koku var
dışarda. Ve her köşe başında kendi kokusundan kaçmaya çalışan, sessizce pusmuş,
hareketsiz evsizler…
Shakespeare gibi yazabiliyorsan trajedini, Amalia Rodriguez
gibi fadolarında söyleyebiliyorsan o sarsan ahengiyle, Martha Graham gibi yasını
tüm vücudunla hareket ettirebiliyorsan, neyine üfleyebiliyorsan hüznünü bir
neyzen gibi, ya da Mayakovski gibi hiç olmayacak kelimelerle hiç olmayacak
mısralara dönüştürebiliyorsan acıyı, çaresizliği, Sabahattin Ali gibi çekip
vurabiliyorsan kelimelerle ruhunu… O zaman başka. O zaman bambaşka.
Çünkü o zaman, ucuz sigaraların, arabesk romanların
sıkışmışlığından kurtulup katıksız gerçek olursun. Acı çekmez, fakat acının
içinden bulutla karışık esrar dumanı gibi çıkışına tanık olursun. Acıdır seni
çeken artık. Sen içine girer, kendi içinin kuytularında kaybolursun. Açlık
biter, tokluk biter. Herkesin boşluğunda boğulursun.
İçki masalarında batsın bu dünya diye hömkürmekle
karıştırılmasın. Bu sonradan görme herkes görsüncülük, haysiyetli bir
mutsuzlukla aynı şey değildir.
Yapmayın. Kötü kokularla arabeski karıştırmayın.
Ne çok evsiz her köşe başında…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder