Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat derseniz,
müzelerle başlarım. Zira sağım solum önüm arkam müze. Üstelik çoğu, Smithsonian
müzelerinin tamamı ücretsiz. Hep kapalı alan, çok bunaldım valla derseniz, (ki
bunalmak yok), dışarısı alabildiğine anıtlar, parklar.
Kişisel ilgim olduğundan Smithsonian Ulusal Hava ve Uzay
Müzesi (Smithsonian’s National Air and Space Museum) ile başlıyorum.
Smithsonian's Ulusal Hava ve Uzay Müzesi-Müze girişi |
Smithsonian's Ulusal Hava ve Uzay Müzesi-Dışarıdan görünüm |
Burada Amerika’nın havacılık geçmişi ile uzay tarihi
hakkında bilgi sahibi olmak mümkün. Ayrıca (Hidden Figures (Gizli Sayılar)
filminde henüz görmediyseniz) Amerika’nın uzay yolculuğunda Sovyet Rusya ile
nasıl kapıştığını da görebiliyorsunuz. Tabii ki mevzu sadece tarih değil.
Uzayda neler var, gezegenler, uçakların motorları, kısacası havacılık ve uzay ile
ilgili aklınıza gelebilecek birçok şey içerde.
Boeing Uçuş Salonu |
(Olur da belki biz de kapsamlı bir havacılık ve uzay müzesi
açarsak diye) İki katlı müzedeki bölümlerin bazıları şöyle:
- Evreni Keşfet (Explore the Universe)
- Dünyaya Bakış (Looking at Earth)
- Dünyanın Ötesinde (Moving Beyond Earth)
- Uzay Yarışı (Space Race)
- Nasıl Uçar? (How things fly?)
- Boeing Uçuş Salonu (Boeing Milestones of Flight Hall)
- Jet Havacılık (Jet Aviation)
- Havacılığın Altın Çağı (Golden Age of Flight)
- Uçuş Simülatörleri (Flight Simulators)
- Havacılık ve Sanat (Flight and the Arts)
- Ayı Keşfetmek (Exploring the Moon)
- Zaman ve Havacılık (Time and Navigation)
- Aya Giderken Apollo (Apollo to the Moon)
- Wright Kardeşler (Wright Brothers)
- Gezegenleri Keşfetmek (Exploring the Planets)
- 2. Dünya Savaşı'nda Havacılık (World War II Aviation)
-
U-2 Camera |
Ve karşınızda oynayarak öğrenen çocuklar... Bu müzelerde herşey o kadar eğlenceli ki, çocuklar sıkılmadan vakit geçirirken, aynı zamanda bilim ve teknoloji ile ilgili sonsuz veri girdisine maruz kalıyorlar. Tabii ki akıllarında kalıyor, ilgi alanları oluşmaya başlıyor. Küçük bir kız çocuğu Newton ve Kepler yasalarını öğreniyor, örneğin. Diğer iki afacansa, küçük çatlakların havacılıkta nasıl büyük problemlere yol açtığını görüyorlar. Aslında mühendislik dersleri alıyorlar! Bunun gibi daha birçok öğretici egzersiz var müzenin içinde. Bu arada müzenin içerisinin ne kadar kalabalık olduğunu söylemiş miydim? Her yerin çocuk kaynadığını? Kapıdaki uzun kuyrukları? Artık söyledim.
Lunar Modül LM-2 |
İlk Antartika'ya giden köpek Sydney |
Bu bilgi hem hoşuma gidiyor hem de ilginç geliyor. "Her an 600 000 kişinin havada olduğunu biliyor muydunuz?"
Ve ozon tabakasındaki delikle ilgili güncelleme: Her yıl Ağustos ayından Aralık'a kadar ozonda bir delik açılıyormuş Antartıka üzerinde. 2016 yılında bu delik 25 milyon km2 ile maksimum boyutlarına ulaşmış.
Herşey bir yana, benim için en ilgi çekicisi Einstein Planetarium yani Gezegenevi. (Bu
muhteşem salonlardan Türkiye’de var mı diye araştırırken bir tane Gaziantep’te
buldum! Ve “gezegenevi” sözcüğünü de bu vesileyle öğrendim. http://www.gezegenevi27.com.tr/index.php/gezegenevi)
Koltuğunuza yaslanıp gökyüzündeki yıldızları, gezegenleri
izlediğiniz ve her kayan yıldızın, süpernovanın, kara maddenin, kara deliğin
size anlatıldığı bu muhteşem salon bu sefer Karanlık Evren (Dark Üniverse) ve Yıldızlara Yolculuk
(Journey to the Stars) gösterimleri için durağım oluyor.
Karanlık evren diyor ki, gezegenler, yıldızlar ve gördüğümüz
herşey evrenin sadece %5’ini meydana getirir. Peki geri kalan %95’i? Karanlık
evren, görünmeyen kara maddeyi ve karanlık enerjiyi sorguluyor. Evrenin, Big
Bang ile 13.5 milyar yıl önce başladığı ve o zamanlar içinin güneşten bile daha
sıcak olduğuyla konuya giriyor. Evren sürekli genişliyor, hatta artık eskisinden
daha hızlı genişliyor, diyor. Ama asıl konu şu ki karanlık enerji (dark energy),
henüz tam olarak açıklanamıyor ve fakat evrenin çoğu bu enerjiden oluşuyor.
Gizemli değil mi? Biraz ürkütücü? Darth Vader’i mi anımsatıyor? Biz, yani bütün
evren, elimizdeki bu %5’lik güzel enerjiyle kapışıyor olabilir miyiz
karanlıklarla? Derine, daha derine…
Yıldızlara yolculuk, yıldızların oluşumları, bunun
arkasındaki gizem ve bizi yıldızlara bağlayan muhteşem hikayeyi anlatıyor.
Yıldızların, tüm gezegenler için yaşam kaynağı olmaları, çöküşleri ve yok
olmaları da ele alınıyor. Ben de diyorum ki, eğer yıldızlar yaşam kaynağıysa,
her insanın içinde parlayan ve henüz çöküşü gerçekleşmemiş, muhteşem bir yıldız
yok mudur? Biraz daha derine…
Gezegenleri keşfetmek üzere bu bölüme yöneliyorum. Ve gördüklerimin bazılarını paylaşıyorum:
ANTİK ÇAĞLAR
5 gezegen; Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn antik gezegenler (ancient planets) olarak biliniyor. (O çağlarda gözlemlenebilmişler.) Çıplak gözle bakıldığında yıldız gibi görünüyorlarmış. Fakat, gezegenler yıldızlara nazaran hareket ettiklerinden, bu gezegenlere antik çağlarda dolaşan yıldızlar (wandering stars) adını vermişler. İngilizce’de gezegen anlamına gelen “planet” kelimesi anlamı gezen dolaşan (wanderer) olan Yunanca “planetes” kelimesinden gelmekteymiş.
Merkür, güneş battığında ve güneş doğmak üzereyken yıldız şeklinde gözlemlenebiliyormuş. Antik Yunanlılar, gördükleri iki yıldızın da aslında aynı gezegen olduğunu farkına varamayıp, akşam gördükleri yıldıza Hermes, sabah gördüklerine ise Apollo adını vermişler. Ardından gezegene, Tanrıların Romalı habercisi anlamına gelen Mercury (Merkür) adı verilmiş. Antik çağlarda yaşamış Almanlar (Teutonic people), bu gezegeni kendi Tanrıları olan Woden’in adıyla çağırmışlar. Çarşamba anlamına gelen Wednesday kelimesi ise Wodnesdaeg, yani Woden gününden türemiş.
Venüs, Romalı aşk tanrısı adıyla anılmış. Yine antik çağlarda yaşamış Almanlar (Teutonic people) tarafından, bu gezegen Woden’in Tanrıça karısı Frig’in adıyla anılmaktaymış. Cuma anlamına gelen Friday (Frigdaeg), Frig içinmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder