27 Haziran 2015 Cumartesi

KURTLARLA KOŞAN KADINLAR’IN ARDINDAN BİR FARKINDALIK ANALİZİ

MOSKOVA

Böyle derin psikolojik analizleri okuduktan sonra, dönüşüm ve değişim süreçleri içerisinde gezinmeye başlaması kaçınılmazdı. Kurtlara korkmadan, daha önce hiç bakmadığı gibi baktıktan sonra çıkıp ormana gitmemesi mümkün değildi. Çünkü tüm okudukları, “Ormana gitme!” diyen sesleri bastırmıştı ve küçük kız (ya da orta yaşlı kadın mı demeliyim?) bir kez daha ormana gidecekti. Bir kez daha diyorum, çünkü daha önce de “ Yapma, gitme!” diyen sesleri her nasılsa içinde bastırmış ve yine gitmişti. Şimdi biliyordu daha önceleri bu sesleri nasıl bastırdığını. Kuru ve soğuk seslerle, samimiyetsiz ve korkak yüzlerle, hayalsiz ve nedensiz bedenlerle nasıl savaşıldığını ve kendini ya da onları iknayı, nasıl yaptığını biliyordu. Artık FARKINDAydı.

Son sayfayı okuyup bitirdiğinde, kitabın sonuna günün tarihini attığında, birşeyler yapmadan öylece oturamayacağını, hiç okumamış ve bu öyküleri hiç dinlememiş gibi davranamayacağını hissediyordu. Hisleri, okumaya başladığında bu kadar yoğun değildi ama devam ettikçe daha derinde, daha cok hissetmeye başlıyordu. Belki bu nedenle, belki başka nedenlerden dolayı süreci uzatıyor; okuyor, kalkıp geziniyor, sonra yeniden gelip okumaya oturuyor, dolaşıyor, hatalar yapıp yeniden geliyor, öfkeleniyor, sakinleşiyor ve tekrar okuyor, dans ediyor, koşuyor ve tekrar okuyor, seviyor, kaçıyor ve tekrar okuyor ve tekrar okuyordu.

Peri masallarıyla büyümüş kız çocuklarının, farklı öyküleri ya da aşina oldukları öykülerin arkasındaki gerçekleri ilk okuyuşta kabullenmeleri ve sindirmeleri beklenemezdi. Düşünmek gerekiyordu, hem hissetmek hem düşünmek… Bazen ikisinin birlikte nasıl yapılabildiğini anlatmak zordu. Okunanların, öykünün arkasındakilerin beyinde kendine bir yer bulması ve bu iletimin istemsiz olarak düşünceye dönüşmesi ile bu düşüncenin bir üst enerji seviyesi olan hislere evrilerek ruha yerleşmesi… Evrimin acısız olması beklenemezdi ve her evrimde olduğu gibi artık bir anlami ve önemi olmayan fonksiyonlar ile işe yaramayan tüm uzuvların yani evrime engel olabilecek her türlü oluşumun körelmesi, atılması gerekiyordu. Bunların varlıklarını sürdürmesi engellenmeliydi.

Başlarda bir toz bulutu gibi belli belirsiz “İçimde bir his var” olgusuydu. Ya da “İçimde bir heyecan var” veya “6.hissim kuvvetlidir”. Bu farkında olmadan hissetme durumu, okuduklarıyla farkında olmaya dönüşüyordu. Bu dönüşüm, dönüştürme isteğini de beraberinde getiriyor ve onu ağlatıyor, güldürüyor, yoruyor ama güçlendiriyordu. Bu, hep vücudunda olan ama şimdiye kadar hiç kullanılmamış kasların nasıl çalıştırılacağını bilmemek ve bunu keşfe çıkmakla aynı şeydi. O kasların ilk kez kullanılması nasıl can acıtırsa, bu hisler ve düşünceler de ilk ortaya çıktıklarında acıtıyorlardı.

Onunla tanıştıktan sonra O sanki hiç varolmamış, hiç hayatında olmamış gibi yapamazdı. O olayı/anı/dönemi yaşadıktan sonra, hiçbir şey yaşanmamış gibi, tıpatıp eskisi gibi olamazdı. O filmi izledikten sonra, o duruma ve/veya o durumdaki kişilere aynı gözle bakamazdı. Duydukları karşısında heyecanlandıktan sonra, benzer cümleleri hiçbir şey yokmuş gibi karşılayamazdı. Okuduklarından sonra, öykülerden ve onların içinde gizli, daha önce görememiş, farkına varamamış olduğu duygu durumlarını ve olguları sezdikten sonra, hareketsiz kalamazdı. Çünkü belli belirsiz bir hisle biliyordu; bunun bir işaret olduğunu ve olacaklar için gerekliliğini. Bazen bir kanıt yoktur ama bilir insan. Hangi seçimin doğru olduğunu ya da gitmenin mi kalmanın mı, onunla geçecek bir hayatın mı onsuzluğun mu doğru olduğunu ve daha birçok şeyi. Nasıl bildiğini bilmeden, anlamadan ve yeterince farkına varamadan bilir. İşte öyle biliyordu. Ve onu farkındalığa sürükleyen bu sürecin sonunda, artık yazmak zorundaydı, bağıra bağıra yazmak… Çünkü bu farkındalık durumuyla baş etmenin henüz başka bir yolu yoktu. Hayır hayır, bir şey daha vardı- GİTMEK.

Sonunda gideceğini biliyordu; gitmesi gerektiğini de. Bu nedenle kalıyor, dönüyor ve tekrar gelip okuyordu. Gideceğini kendine bile söylemiyordu, sadece fısıldıyordu. Çünkü ait olamama durumu, yüksek sesle söylenecek birşey değildi. Toplum tarafından hoş karşılanmadığı gibi, bunu haykırmak söyleyene de pek iyi gelmezdi. Ve aslında süreci uzatmak, kaçınılmaz sonu da engellemiyordu; olacak olan olacaktı. Süreci uzatmak, sadece farkındalığı sindirmeye yardımcı olacaktı. Karar zaten verilmişti de bunu açıklamaya yardımcı olacaktı zaman. Hem kendine hem ardında kalacaklara… Çünkü gitmek, gidenin kendisi için başlı başına zor bir durumdu da bir de açıklamalarla yorgun düşürürlerdi insanı. Bu yüzden güç toplamalıydı bu süreçte. Mitlerden ve arketiplerden ilham, eski Tanrıçalardan güç ve tüm zamanların en inatçı kadınlarından destek almalıydı.

Farkındalığını anlıyordum. Haklıydı; öyküler, gizlemiyordu, anlatıyordu. Sadece biz okuyucular yeterince derine inemediğimizde göremiyorduk. Pamuk Prenses’i her daim mutlu, Külkedisi’ni zavallı ve hepsini çok şanslı sanıyorduk. Bu doğru değildi. Aslında onlar, ihtiyacımız olan öykülerin gerçek karakterleri bile değildi. Çünkü bizi iyileştirecek, yol gösterecek, ilham verecek olan öykülerin gerçek karakterleri bizdik. Biz, bizim gibiler, kendimiz. Öykülerin, içimizden ve tam da şu anda varolan hayatlarımızdan geldiğini birinin bize söylemesi, bizi ürkütürdü. Bundandır ki, Külkedisi’nin hakettiği mutlu sona tutunarak talihsiz(!) başlangıcının arkasına saklanıyorduk. Küçük Kibritçi Kiz’a acıyor, üzülüyor ve arkamızı dönüp hemen unutmayı seçiyorduk. Bizim için öykü buydu, bu kadardı ve bundan ibaretti.

Ne var ki bu kez, kaçmak yoktu. GİTMEK vardı ama KAÇMAK yoktu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-ShareAlike 4.0 International License. Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Alıntı 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.