30 Ağustos 2015 Pazar

SAN JOSE SANAT MÜZESİ

Ve San Jose’nin şehir merkezinde, Hilton, Sheraton gibi bilinen hotellerin de yer aldığı bölgede, tatlı heykeliyle bize göz kırpan, küçük, şahsına münhasır bir müze San Jose Sanat Müzesi.

Fotoğraf: Özgür KeleşCreative Commons
Müzeye giriş ücreti 8 USD ancak ögrencilere, gençlere (bu gençlerin kaç yaşlarına karşılık geldiğini bilemiyorum!), 65 yaş ve üzeri olanlara 5 USD. 6 yaş ve altı çocuklara ise ücretsiz. Güler yüzlü bilet görevlisi, şehir sakini olup olmadığımızı anlamak için sorular soruyor, ardından da konu müzeye üye olmak isteyip istemeyeceğimize geliyor. Müzeye üye olmak (en düşük üyelik) yıllık 50 USD’den başlıyor ve yine bu rakam da öğretim üyeleri ile öğrenciler için 35 USD’ye düşüyor. Üyelik, yıl içinde müzede gerçekleşen birçok sergi, sunum ve öğretici faaliyete ücretsiz ya da düşük ücretle katılımı sağlıyor. Diğer getirilerini ise aşağıda bulabilirsiniz:





3000 USD bağışla üye olursanız, adınızı diğer bağış yapanlarla birlikte duvara da yazıyorlar! Bağış yapan bazı kurum ve kişilerin isimlerini merdiven basamaklarında da görmek mümkün!

Şu anda üyeliğin en çok hoşuma giden yanının, hediye ettikleri kitap olduğunu söyleyebilirim.  SELECTIONS adındaki bu kitap, adı üzerinde, müzenin bizim için seçtiklerinden oluşuyor.  Genç bir müze için oldukça kalın.







Şehir yönetimi, 1960’lı yılların başında, çoğu Viktoryan tarzı olan eski ve tarihi binaları yıktırmak suretiyle bir kentsel dönüşüm (!) başlatmış. Şu anda müze olan 1894 yapımı bina ise postane ve ardından da kütüphane olarak hizmet vererek bu dönüşümden kurtulmuş. Richardsonian Romanesque tarzındaki bu müze binası, 1973 yılında tarihi binalar içindeki yerini kesinleştirmiş. Binanın iç duvarlarını halen kaplamakta olan el oyması kumtaşlarının, Stanford Üniversitesi’nde kullanılanlarla aynı ocaktan çıkartılmış olduklarını not düşelim. Bu duvarlara, binanın içindeki restorasyonlara rağmen dokunulmamış, ancak yanına yeni bir ekleme yapılmış tabii.



Fotoğraf: Özgür KeleşCreative Commons







Saat 13.00’de müzenin içinde ücretsiz bir tur başlıyor. Gönüllülerin rehberlik ettiği ve yaklaşık 1-1,5 saat süren bu ücretsiz tura katılmak, müze ve sergilenen eserler hakkında bilgi edinmek açısından oldukça faydalı.







Önceliğimizi, geçici sergilere de ev sahipliği yapan müzedeki kalıcı eserlere verelim:

RUTH ASAWA (1926-2013) – BAKIR ve PİRİNÇ TELLER




Müzenin giriş katında bizi karşılayan bu eserin yaratıcısı hakkında bilgi ediniyoruz önce. Ruth Asawa, 1926 Norwalk, Kaliforniya doğumlu Japon asıllı bir Amerikan. Bu nedenle ki, Ruth Asawa ve ailesi 2. Dünya Savaşı sırasında diğer Japon asıllı ailelerle birlikte Santa Anita Parkı yarış pistinin montaj merkezine sürülüyorlar. Şansa bakın ki, (bu bana kötü dönüm noktalarının bile nasıl iyiye, güzele hizmet ettiğini hatırlatıyor yeniden) aynı toplama noktasında Walt Disney Stüdyoları’nda çalışmış olan üç tutuklu var! Onlardan çizim yapmayı öğrenen Ruth Asawa, ailesiyle birlikte, buradan Rohwer Arkansas’daki başka bir kampa gönderiliyor. Burada Milwaukee Eyalet Öğretmen Okulu’na (Milwaukee State Teacher’s College) başlıyor ancak rehber öğretmeni okuldan mezun olsa bile, Amerika’da o dönemlerde mevcut olan anti-Japon eğilimi yıkamayacağından dolayı öğretmen olarak iş bulamayacağını söylüyor. Olumsuzun olumlu üzerindeki müthiş etkisine bir örnek daha! Bunun üzerine, 1946 yılında Kuzey Carolina’daki Black Mountain Koleji’ne geçiş yapan Ruth Asawa sanat okuyor ve gönüllü olarak gittiği Meksika’da ilk defa metal telleri örmeye başlıyor. Yukarıdaki fotoğraf, tekniğini yıllar içinde geliştiren ve birçok yaratıcı eser ortaya çıkaran sanatçının önemli bir çalışması. Bakır ve pirinç telleri ördüğü bu ve benzeri eserleri ile ilgili aşağıdaki videoyu da izlemenizi, sanatçının tüm çalışmaları, hayatı ve sanatla ilgili görüşleri için kişisel web sitesini ziyaret etmenizi öneririm:




Ve bu bölümü, çok beğendiğim cümleleriyle kapamak isterim:

"I think that I'm primarily interested in making it possible for people to become as independent and self-sufficient as possible. That has nothing really to do with art, except that through the arts you can learn many, many skills that you cannot learn through books and problem-solving in the abstract. A child can learn something about color, about design, and about observing objects in nature. If you do that, you grow into a greater awareness of things around you. Art will make people better, more highly skilled in thinking and improving whatever business one goes into, or whatever occupation. It makes a person broader."

VIK MUNIZ – PORTRE




Vik Muniz, New York’da yaşayan (kişisel web sitesinde yaşadığı yerler hem New York hem Rio de Janeiro olarak belirtilmiş), 1961 Sao Paulo, Brezilya doğumlu sanatçı. Sanatçıyla ilgili detaylı bilgiyi ve müzede sergilenen eserinin daha iyi bir fotoğrafını sanatçının kişisel web sitesinde bulabilirsiniz:


Sanatçıyı daha iyi tanımak için 2010 yılında yaptığı ve dilimize Çöplük olarak çevrilmiş (orjinal adı Waste Land) olan belgesel filmi de izlemekte yarar var. 

Müzede sergilenen bu Vik Muniz eserinin adına yakından bakalım: “I’m too sad to tell you, after Bas Jan Ader” (Sana söylemek için çok üzgünüm, Bas Jan Ader’in ardından). Kimdir Bas Jan Ader? Vik Muniz’e bu çalışmasını yaptıran Bas Jan Ader, Hollanda asıllı bir sanatçıdır. Küçük teknesiyle 1975 yılında Atlantik’i geçmek üzere ABD’den yola çıkmış ancak kendisinden bir daha haber alınamamıştır. 18 Nisan 1976’da teknesinden kalanlar İrlanda sahillerinde bulunmuştur. I’m too sad to tell you ise, sanatçının en ünlü çalışmalarından biridir. (Sanatçının tüm çalışmaları ve hayatı hakkında daha detaylı bilgi için: http://www.basjanader.com ) 3 dakika 24 saniyelik bu siyah beyaz videodakine benzer bir acı içinde bana sorarsaniz Vik Muniz yukarıdaki çalışmasında. Fakat renklere dikkat edin ve tabii yaratıcılığa! Biraz daha yaklaşın, onların hepsi oyuncak!

HUNG LIU – SHOAH


Shoah  kelimesinin anlamı, 2. Dünya Savaşı’nda yapılan Yahudi soykırımıdır. Hung Liu’nun çalışmasını ve çalışmasına verdiği ismi anlamak için sanatçıya biraz daha yaklaşalım.

Hung Liu, 1948 yılında Çangçun, Çin’de dünyaya gelmiştir. Resimlerinde sıkça rastlanan Çin çiçekleri, halkalar, akan boyalar ve kadın figurlerini anlamak için sanatçının kendi beyanı (Artist’s Statement) okunmalıdır.





Hung Liu, yazdıklarında, 1949 yapımı film Daughters of China (Çin’in Kız Çocukları)’nın kendisi ve çalışmaları üzerindeki etkisinden bahsediyor. Çin devrimi, komünizm ve kadınların bu dönemdeki rolünü irdeleyen sanatçı, tarih hakkındaki düşüncelerini de şöyle açıklıyor:
“History is not a static image or a frozen story. It is not a noun. Even if its images and stories are very old, it is always flowing forward. History is a verb. The new paintings are my way of painting life back into my memories of a propaganda film that, over time, has become a document of the revolutionary sincerity that permeated my childhood. Even the actors in the film believed in their roles. When they walked into the river, carrying their dead and wounded, they were going home.”

Şu anda Mills College Oakland Kaliforniya’da profesör olan Hung Liu, müzede yer alan eserinde kırmızı ipek üzerine çalışmıştır. Resimdeki çiçeklerin barışın simgesi olduğunu söylüyor rehberimiz.

Kadın temalı resimleriyle artık benim favori ressamlarımdan biri olan Hung Liu’nun diğer çalışmaları kişisel web sitesinde görülebilir: http://www.hungliu.com/work.html

ANNU PALAKUNNATHU MATTHEW- SANAL GÖÇMEN

 



Annu Palakunnathu Matthew, 1964 yılında İngiltere’de doğmuş ve fakat Hindistan’da büyümüştür. Bu sürecin çalışmalarında belirgin etkisi bulunmaktadır. Tüm çalışmaları için kişisel web sitesini ziyaret edebilirsiniz:

http://www.annumatthew.com

Sanatçı, işçilerin Amerikalı gibi davranarak çalışması üzerine bir seri yapmıştır. Özetle, çağrı merkezleri gibi işçi ikametgahının önemli olmadığı ve tüm Amerika’ya hizmet veren sektörlerde çalıştırılan, çalışma saatleri boyunca Amerikan aksanını taklit eden ve Amerikancılık oynayan  Hintli ya da Filipinli işçilere sanal göçmen (visual immigrant) adını veriyor.

Müzede sergilenen çalışması da küçükken aldığımız patates cipslerinin içinden çıkan çift karakterli tasolara benziyor. Tabii ki resmi elinizde tutup sallama şansınız yok ancak görüntü bakış açınıza göre değişiyor. Bu çalışmada aynı genç adamı hem yerel kıyafetleriyle ellerini iki yana açmış hem de Amerikan kostümüyle elleri dizlerinde görmek mümkün. Bunu başarabilmek için once iki fotoğraf ayrı ayrı çekiliyor. Fotoğraflar belirli bir kalınlıkta boyuna kesilerek, sırayla birinden ve diğerinden olacak şekilde yan yana ekleniyor. Ardından üzerine koyulan lens de iki farklı görüntüyü algılamamızı sağlıyor.

RAY BELDNER – 3 BAYRAK DAHA (THREE MORE FLAGS)









DALE CHIHULY – ÜFLEME CAM

Fotoğraf: Özgür KeleşCreative Commons
Fotoğraf: Özgür KeleşCreative Commons






Müzenin 2. katından sarkan bu kırmızı, sarı ve mavi üfleme cam avizelerin, müzenin iç dizaynında iyi bir his yarattığını söyleyebilirim. Bu iyi hissin yaratıcısı Dale Chihuly ise 1941 Washington doğumlu önemli bir cam sanatçısı.








Müzede 13 Eylül 2015 tarihine kadar devam etmekte olan Diana Thater sergisine değinelim şimdi:




DIANA THATER – BETA SPACE (SCIENCE, FICTION)

Diana Thater’in Science, Fiction (Bilim, Kurgu) adındaki performansı bize dünyamızı ve ötesini deneyimleme imkanı sunuyor. Çalışmalarını Los Angeles, Kaliforniya’da sürdüren sanatçı, bilimle sanatı birleştiriyor. (Bu, üzerine düşülmesi, üzerinde düşünülmesi gereken oldukça önemli bir konudur. Dünyanın hemen hemen her yerinde, bilim ve sanatın birbirlerinden tamamen bağımsız iki farklı alan olmadığı artık kabul edilmekte ve bu doğrultuda çalışmalar yapılmaktadır.)

 

Müzede sergilenen çalışmalarından birini yukarıda görebilirsiniz. Ortasında kocaman bir kutu olan bu mavi oda, bende kaçamamazlık, kapana kısılmışlık hissi yarattı biraz. Ama asıl mesele farklı:
“What do you know about the dung beetles?” diye soruyor rehberimiz; yani bok böcekleri ile ilgili ne biliyorsunuz? Ben birşey bilmiyorum ama hayvan uzmanları ve bilim adamlarıyla birlikte çalışmalarını yürüten  Diana Thater biliyor. Bok böcekleri ekolojik dengenin korunmasında önemli rolleri olan hayvanlar. Öyle ki beslendikleri dışkıları, toprağın altında saklayarak hem o bölgedeki çiftlik hayvanları arasında hastalık yayılmasını önlüyor hem de toprağın kalitesini artırıyor. Bunun yanı sıra, yönlerini samanyolunu kullanarak belirleyen tek böcekler olduğu biliniyor. Şaşırtıcı ama aysız gecelerde samanyolunun yaydığı yumuşak, eğimli ışığı kullanarak yollarını buluyorlar. Güney Afrika’da çalışmalar yapan İsveçli bilim adamlarının, ay ışığı olmayan gecelerde bok böceklerinin yıldızlı gökyüzü ve samanyolunu kullandıklarını kanıtlayan çalışmasında, Johannesburg Planetarium’a, kapalı alana, projeksiyon ile samanyolu yansıtılıyor ve bok böceklerinin aynı dışarıda olduğu gibi tepki vererek yönlerini bulduğu gözleniyor! Diana Thater ise çalışmasında projektorlerle maviye boyadığı odanın tavanında ilk bakışta bulut sanabileceğiniz bok böceği figürleri oluşturuyor. Odanın ortasındaki kocaman beyaz kutunun altından sarı ışık yayılıyor.

Müzede verilen bilgi, Thater’in uzay ve zaman fikirlerini analiz etmek için çoğunlukla hayvanların çevreleriyle olan etkileşimlerinden yola çıktığı doğrultusunda. Diana Thater, sanatçı olarak çalışmalarının, çevresimizi, başka türlerin dünyadaki varoluşunu yeniden düşünmek/düşündürtmek ve insanların dünyaya bakışını degiştirmek olduğuna inanıyor.

Fotoğraf: Özgür KeleşCreative Commons


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-ShareAlike 4.0 International License. Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Alıntı 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.