Ve San Jose’nin şehir merkezinde, Hilton, Sheraton gibi bilinen
hotellerin de yer aldığı bölgede, tatlı heykeliyle bize göz kırpan, küçük,
şahsına münhasır bir müze San Jose Sanat Müzesi.
DIANA THATER – BETA SPACE (SCIENCE, FICTION)
Fotoğraf: Özgür Keleş, Creative Commons |
Müzeye giriş ücreti 8 USD ancak ögrencilere, gençlere (bu
gençlerin kaç yaşlarına karşılık geldiğini bilemiyorum!), 65 yaş ve üzeri
olanlara 5 USD. 6 yaş ve altı çocuklara ise ücretsiz. Güler yüzlü bilet
görevlisi, şehir sakini olup olmadığımızı anlamak için sorular soruyor, ardından
da konu müzeye üye olmak isteyip istemeyeceğimize geliyor. Müzeye üye olmak (en
düşük üyelik) yıllık 50 USD’den başlıyor ve yine bu rakam da öğretim üyeleri ile öğrenciler için 35 USD’ye düşüyor. Üyelik, yıl içinde müzede gerçekleşen birçok
sergi, sunum ve öğretici faaliyete ücretsiz ya da düşük ücretle katılımı
sağlıyor. Diğer getirilerini ise aşağıda bulabilirsiniz:
3000 USD bağışla üye olursanız, adınızı diğer bağış yapanlarla birlikte duvara da yazıyorlar! Bağış yapan bazı kurum ve kişilerin isimlerini merdiven basamaklarında da görmek mümkün!
Şu anda üyeliğin en çok hoşuma giden yanının, hediye
ettikleri kitap olduğunu söyleyebilirim.
SELECTIONS adındaki bu kitap, adı üzerinde, müzenin bizim
için seçtiklerinden oluşuyor. Genç bir
müze için oldukça kalın.
Şehir yönetimi, 1960’lı yılların başında, çoğu Viktoryan tarzı
olan eski ve tarihi binaları yıktırmak suretiyle bir kentsel dönüşüm (!)
başlatmış. Şu anda müze olan 1894 yapımı bina ise postane ve ardından da kütüphane
olarak hizmet vererek bu dönüşümden kurtulmuş. Richardsonian Romanesque tarzındaki bu müze binası, 1973 yılında
tarihi binalar içindeki yerini kesinleştirmiş. Binanın iç duvarlarını halen
kaplamakta olan el oyması kumtaşlarının, Stanford Üniversitesi’nde
kullanılanlarla aynı ocaktan çıkartılmış olduklarını not düşelim. Bu duvarlara,
binanın içindeki restorasyonlara rağmen dokunulmamış, ancak yanına yeni bir
ekleme yapılmış tabii.
Fotoğraf: Özgür Keleş, Creative Commons |
Saat 13.00’de müzenin içinde ücretsiz bir tur başlıyor. Gönüllülerin rehberlik ettiği ve yaklaşık 1-1,5 saat süren bu ücretsiz tura katılmak, müze ve sergilenen eserler hakkında bilgi edinmek açısından oldukça faydalı.
Önceliğimizi, geçici sergilere de ev sahipliği yapan
müzedeki kalıcı eserlere verelim:
RUTH ASAWA (1926-2013) – BAKIR ve PİRİNÇ TELLER
Müzenin giriş katında bizi karşılayan bu eserin yaratıcısı
hakkında bilgi ediniyoruz önce. Ruth Asawa, 1926 Norwalk, Kaliforniya doğumlu
Japon asıllı bir Amerikan. Bu nedenle ki, Ruth Asawa ve ailesi 2. Dünya Savaşı
sırasında diğer Japon asıllı ailelerle birlikte Santa Anita Parkı yarış
pistinin montaj merkezine sürülüyorlar. Şansa bakın ki, (bu bana kötü dönüm
noktalarının bile nasıl iyiye, güzele hizmet ettiğini hatırlatıyor yeniden)
aynı toplama noktasında Walt Disney Stüdyoları’nda çalışmış olan üç tutuklu
var! Onlardan çizim yapmayı öğrenen Ruth Asawa, ailesiyle birlikte, buradan Rohwer
Arkansas’daki başka bir kampa gönderiliyor. Burada Milwaukee Eyalet Öğretmen
Okulu’na (Milwaukee State Teacher’s College) başlıyor ancak rehber öğretmeni
okuldan mezun olsa bile, Amerika’da o dönemlerde mevcut olan anti-Japon eğilimi
yıkamayacağından dolayı öğretmen olarak iş bulamayacağını söylüyor. Olumsuzun
olumlu üzerindeki müthiş etkisine bir örnek daha! Bunun üzerine, 1946 yılında
Kuzey Carolina’daki Black Mountain Koleji’ne geçiş yapan Ruth Asawa sanat
okuyor ve gönüllü olarak gittiği Meksika’da ilk defa metal telleri örmeye
başlıyor. Yukarıdaki fotoğraf, tekniğini yıllar içinde geliştiren ve birçok
yaratıcı eser ortaya çıkaran sanatçının önemli bir çalışması. Bakır ve pirinç
telleri ördüğü bu ve benzeri eserleri ile ilgili aşağıdaki videoyu da
izlemenizi, sanatçının tüm çalışmaları, hayatı ve sanatla
ilgili görüşleri için kişisel web sitesini ziyaret etmenizi öneririm:
Ve bu bölümü, çok beğendiğim cümleleriyle kapamak isterim:
"I think that I'm primarily interested in making it
possible for people to become as independent and self-sufficient as possible.
That has nothing really to do with art, except that through the arts you can
learn many, many skills that you cannot learn through books and problem-solving
in the abstract. A child can learn something about color, about design, and
about observing objects in nature. If you do that, you grow into a greater
awareness of things around you. Art will make people better, more highly
skilled in thinking and improving whatever business one goes into, or whatever
occupation. It makes a person broader."
VIK MUNIZ – PORTRE
Vik Muniz, New York’da yaşayan (kişisel web sitesinde
yaşadığı yerler hem New York hem Rio de Janeiro olarak belirtilmiş), 1961 Sao
Paulo, Brezilya doğumlu sanatçı. Sanatçıyla ilgili detaylı bilgiyi ve müzede
sergilenen eserinin daha iyi bir fotoğrafını sanatçının kişisel web sitesinde
bulabilirsiniz:
Sanatçıyı daha iyi tanımak için 2010 yılında yaptığı ve
dilimize Çöplük olarak çevrilmiş (orjinal adı Waste Land) olan belgesel filmi de izlemekte yarar var.
Müzede sergilenen bu Vik Muniz eserinin adına yakından
bakalım: “I’m too sad to tell you, after Bas Jan Ader” (Sana söylemek için çok
üzgünüm, Bas Jan Ader’in ardından). Kimdir Bas Jan Ader? Vik Muniz’e bu
çalışmasını yaptıran Bas Jan Ader, Hollanda asıllı bir sanatçıdır. Küçük
teknesiyle 1975 yılında Atlantik’i geçmek üzere ABD’den yola çıkmış ancak
kendisinden bir daha haber alınamamıştır. 18 Nisan 1976’da teknesinden kalanlar
İrlanda sahillerinde bulunmuştur. I’m too
sad to tell you ise, sanatçının en ünlü çalışmalarından biridir. (Sanatçının
tüm çalışmaları ve hayatı hakkında daha detaylı bilgi için: http://www.basjanader.com
) 3 dakika 24 saniyelik bu siyah beyaz videodakine benzer bir acı içinde bana
sorarsaniz Vik Muniz yukarıdaki çalışmasında. Fakat renklere dikkat edin ve
tabii yaratıcılığa! Biraz daha yaklaşın, onların hepsi oyuncak!
HUNG LIU – SHOAH
Shoah kelimesinin anlamı, 2. Dünya Savaşı’nda yapılan
Yahudi soykırımıdır. Hung Liu’nun çalışmasını ve çalışmasına verdiği ismi
anlamak için sanatçıya biraz daha yaklaşalım.
Hung Liu, 1948 yılında Çangçun, Çin’de dünyaya gelmiştir.
Resimlerinde sıkça rastlanan Çin çiçekleri, halkalar, akan boyalar ve kadın
figurlerini anlamak için sanatçının kendi beyanı (Artist’s Statement)
okunmalıdır.
Hung Liu, yazdıklarında, 1949 yapımı film Daughters of China (Çin’in Kız
Çocukları)’nın kendisi ve çalışmaları üzerindeki etkisinden bahsediyor. Çin
devrimi, komünizm ve kadınların bu dönemdeki rolünü irdeleyen sanatçı, tarih
hakkındaki düşüncelerini de şöyle açıklıyor:
“History is not a static image or a frozen story. It is not
a noun. Even if its images and stories are very old, it is always flowing
forward. History is a verb. The new paintings are my way of painting life back
into my memories of a propaganda film that, over time, has become a document of
the revolutionary sincerity that permeated my childhood. Even the actors in the
film believed in their roles. When they walked into the river, carrying their
dead and wounded, they were going home.”
Şu anda Mills College Oakland Kaliforniya’da profesör olan
Hung Liu, müzede yer alan eserinde kırmızı ipek üzerine çalışmıştır. Resimdeki
çiçeklerin barışın simgesi olduğunu söylüyor rehberimiz.
Kadın temalı resimleriyle artık benim favori ressamlarımdan
biri olan Hung Liu’nun diğer çalışmaları kişisel web sitesinde görülebilir: http://www.hungliu.com/work.html
ANNU PALAKUNNATHU MATTHEW- SANAL GÖÇMEN
Annu Palakunnathu Matthew, 1964 yılında İngiltere’de doğmuş
ve fakat Hindistan’da büyümüştür. Bu sürecin çalışmalarında belirgin etkisi
bulunmaktadır. Tüm çalışmaları için kişisel web sitesini ziyaret edebilirsiniz:
http://www.annumatthew.com
Sanatçı, işçilerin Amerikalı gibi davranarak çalışması üzerine
bir seri yapmıştır. Özetle, çağrı merkezleri gibi işçi ikametgahının önemli
olmadığı ve tüm Amerika’ya hizmet veren sektörlerde çalıştırılan, çalışma saatleri boyunca Amerikan aksanını taklit eden ve Amerikancılık oynayan Hintli ya da
Filipinli işçilere sanal
göçmen (visual immigrant) adını veriyor.
Müzede sergilenen çalışması da küçükken aldığımız patates
cipslerinin içinden çıkan çift karakterli tasolara benziyor. Tabii ki resmi
elinizde tutup sallama şansınız yok ancak görüntü bakış açınıza göre değişiyor.
Bu çalışmada aynı genç adamı hem yerel kıyafetleriyle ellerini iki yana açmış
hem de Amerikan kostümüyle elleri dizlerinde görmek mümkün. Bunu başarabilmek
için once iki fotoğraf ayrı ayrı çekiliyor. Fotoğraflar belirli bir kalınlıkta
boyuna kesilerek, sırayla birinden ve diğerinden olacak şekilde yan yana ekleniyor.
Ardından üzerine koyulan lens de iki farklı görüntüyü algılamamızı sağlıyor.
RAY BELDNER – 3 BAYRAK DAHA (THREE MORE FLAGS)
DALE CHIHULY – ÜFLEME CAM
Fotoğraf: Özgür Keleş, Creative Commons |
Fotoğraf: Özgür Keleş, Creative Commons |
Müzenin 2. katından sarkan bu kırmızı, sarı ve mavi üfleme
cam avizelerin, müzenin iç dizaynında iyi bir his yarattığını söyleyebilirim.
Bu iyi hissin yaratıcısı Dale Chihuly ise 1941 Washington doğumlu önemli bir cam
sanatçısı.
Müzede 13 Eylül 2015 tarihine kadar devam etmekte olan Diana
Thater sergisine değinelim şimdi:
DIANA THATER – BETA SPACE (SCIENCE, FICTION)
Diana Thater’in Science, Fiction (Bilim, Kurgu) adındaki
performansı bize dünyamızı ve ötesini deneyimleme imkanı sunuyor. Çalışmalarını
Los Angeles, Kaliforniya’da sürdüren sanatçı, bilimle sanatı birleştiriyor.
(Bu, üzerine düşülmesi, üzerinde düşünülmesi gereken oldukça önemli bir
konudur. Dünyanın hemen hemen her yerinde, bilim ve sanatın birbirlerinden
tamamen bağımsız iki farklı alan olmadığı artık kabul edilmekte ve bu
doğrultuda çalışmalar yapılmaktadır.)
Müzede sergilenen çalışmalarından birini yukarıda
görebilirsiniz. Ortasında kocaman bir kutu olan bu mavi oda, bende
kaçamamazlık, kapana kısılmışlık hissi yarattı biraz. Ama asıl mesele farklı:
“What do you know about the dung beetles?” diye soruyor
rehberimiz; yani bok böcekleri ile ilgili ne biliyorsunuz? Ben birşey
bilmiyorum ama hayvan uzmanları ve bilim adamlarıyla birlikte çalışmalarını yürüten Diana
Thater biliyor. Bok böcekleri ekolojik dengenin korunmasında önemli rolleri olan
hayvanlar. Öyle ki beslendikleri dışkıları, toprağın altında saklayarak hem o
bölgedeki çiftlik hayvanları arasında hastalık yayılmasını önlüyor hem de
toprağın kalitesini artırıyor. Bunun yanı sıra, yönlerini samanyolunu
kullanarak belirleyen tek böcekler olduğu biliniyor. Şaşırtıcı ama aysız
gecelerde samanyolunun yaydığı yumuşak, eğimli ışığı kullanarak yollarını
buluyorlar. Güney Afrika’da çalışmalar yapan İsveçli bilim adamlarının,
ay ışığı olmayan gecelerde bok böceklerinin yıldızlı gökyüzü ve samanyolunu
kullandıklarını kanıtlayan çalışmasında, Johannesburg Planetarium’a, kapalı
alana, projeksiyon ile samanyolu yansıtılıyor ve bok böceklerinin aynı
dışarıda olduğu gibi tepki vererek yönlerini bulduğu gözleniyor! Diana Thater ise
çalışmasında projektorlerle maviye boyadığı odanın tavanında ilk bakışta bulut
sanabileceğiniz bok böceği figürleri oluşturuyor. Odanın ortasındaki kocaman
beyaz kutunun altından sarı ışık yayılıyor.
Müzede verilen bilgi, Thater’in uzay ve zaman fikirlerini
analiz etmek için çoğunlukla hayvanların çevreleriyle olan etkileşimlerinden
yola çıktığı doğrultusunda. Diana Thater, sanatçı olarak çalışmalarının, çevresimizi, başka türlerin dünyadaki varoluşunu yeniden düşünmek/düşündürtmek ve insanların
dünyaya bakışını degiştirmek olduğuna inanıyor.
Fotoğraf: Özgür Keleş, Creative Commons |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder