Bir kadın, çok
güçlü ya da çok güçsüz bir erkeğe sahipse (aitliğe girmeden beraberse de diyebiliriz),
her zaman güçlü olmak zorundadır. Çünkü ortalama bir erkeğe sahip olmayan her
kadın çoğunlukla yalnızdır ve risk altındadır.
Çok güçlü adam,
gidecektir. Bu hikayede trajik son kaçınılmazdır çünkü başrol karakterimizin tüm
gücünü sadece bir kadın için harcaması mantıklı değildir. Dünyada onun güçlü
kanatlarına ihtiyacı olan, kaslı kollarını bekleyen daha milyonlarca kadın
bulunmaktadır! Karakterimiz gidicidir; kaldığı süre boyunca da aklı nerelerdedir
tam olarak bilinmez. Gücünü kontrol etme konusunda başarılı olduğu söylenemez,
özellikle de bunu farkındaysa. Fakat bu noktada, kadim zamanlardan beri kontrol
etme yetisine sahip kadın, zarif ve belli belirsiz bir hareketle dümeni eline alır.
Ve yine kadim zamanlardan beri yaptığı hatayı yineleyerek, dümeni tekrar
karakterimizin eline verir. Bu hatanın sonsuz tekrarından olacak ki anaerkil dönemden
ataerkile bir serbest düşme gerçekleşmiş ve tekrar geri dönülememiştir. Kadın
tüm bu gelgitlere, güç savaşlarına, egolara dayanabilmek, ölmemek ve en az
hasarla devam edebilmek için GÜÇLÜ olmalıdır.
Güçsüz erkek ise
basitçe güçsüzdür. Olayları çoğunlukla (bazen bilinçli bazen bilinçsizce)
dramatikleştiren, trajedi seven, bir yanı hep arabesk kalmış, kendi işini kendi
halledemeyen fakat buna rağmen başkaları için de bir şeyler yapmaya
çalışıyormuş gibi görünen, kadını yoran, yıpratan, orda olsa bile varlığı
yetmeyen erkektir. Kadın, başrol karakterimizi, erkeği gibi değil, daha çok
çocuğu gibi gördükçe, bu ilişki bitmeye mahkumdur. (Yani börekle ilgisi yok!)
Kadın sürekli ayakta kalmak, tutunmak ve tutmak zorundadır. Yani yine GÜÇLÜ
olmalıdır. Ama bu gücü ne kadar süreyle göstereceği, sabrının sınırlarına ve
erkeğe olan bağlılığına oranla değişir.
Farkındalık,
kadının içindeki bu dayanıklılığın ve enerjinin “güç” olduğunu anlamasıdır.
Tabii bunu anladıktan sonra her şey eskisi gibi olmayabilir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder