26 Ekim 2015 Pazartesi

CEZA VEREN KADINLAR

Yorgo Angelopoulos’da 17 Eylül 2015 tarihli Aldatılan Kadının İntikamı” başlıklı haberi okuyunca bir süredir kafamın içinde dolaşan karakterleri özgür bırakmaya karar verdim. Kilis’deki kadının tavrı, bu konuyu açmanın tam da zamanı diye haykırıyor sanki!

Her gün şiddet gören kadınları izliyor, tehditler alan, kaçan, saklanan, korkmuş kadınların hikayelerini dinliyoruz. Bu hikayelerle birlikte yayılan algı ile, kadın imajı, gün be gün biraz daha çaresiz ve korunmaya muhtaç kadın şekline bürünüyor. Günümüz ataerkil toplumundaki yaygın kanı, her geçen gün, kadının kırılgan ve naif olduğu, bu nedenle itilip kakılmasının yani karşılık veremeyişinin doğal olduğu şeklinde yerleşiyor. Peki gerçek böyle midir?

Tüm bunları gerçek kabul etmek bir yanılgıdır ve durum aslında tam olarak bir farkındalık meselesidir. Doğuran, hayat veren ve bundan sonraki en kuvvetli dürtüsü yavrusunu korumak olan kadının güçsüz ve savunmasız olduğu nasıl iddia edilebilir? Soyunun devamlılığını hem üreyeceği erkeği seçerek, hem doğurarak hem de dünyaya getirdiğini dışarıdaki her türlü musibetten koruyarak sağlayan kadının içgüdüleriyle hangi erkek yarışabilir? Öyleyse nerden geliyor bu savunmasızlık yaftası? Ordan burdan ama kesinlikle içimizden, içimizdeki vahşi kadından değil!

Filmlerdeki, kitaplardaki karakterlerin hepsi mi kurmaca? Gerçeklerden esinlenenen (!) ve aslında gerçek olmadıklarına dair hiçbir kanıt barındırmayan bu kadın karakterleri izlerken, okurken kendimizi onlarla özdeşleştirebiliyoruz, anlıyoruz, hissediyoruz ve fakat unutmayı seçiyoruz. Kadının da kendi yöntemleri olduğunu ve bunların, erkeklerin kullandığı (çoğunlukla fizyolojik gücün yeterli olduğu) yöntemlere pek benzemediğini görmezden geliyoruz. Kadınları, kendimizi, hafife alıyoruz.

Eşkiya’da kendisini zorla alıkoyan ve geleceğine sahip olan ama gelin görün ki ruhuna asla sahip olamayan adamla ve hatta hiçkimseyle bir daha konuşmayan, susan kadını hatırlarsınız. Zorbalıkla, bir kadının bir adama ait olamayacağının da güzel bir örneğidir o. Acı Ay’da kendisini birlikte tatile çıkıyoruz diyerek kandıran ve hamile sevgilisini tek başına bir adaya göndererek ondan kurtulmaya çalışan adamın hazin sonunu… Adamın planına kadının çocuğunu kaybetmesi de dahildir ve hem gururunu, hem aşkını hem de çocuğunu kaybeden bir kadın vardır artık. Sen Aydınlatırsın Geceyi filminde aşağılanan, kırılan ve bu yüzden kaçan geri dönmeyen kadını… Oysa kendini ifade etmeye çalışmış, ama anlamadan dinlemeden suçlanmıştır. Bir Zamanlar Anadolu’da filminde hiç görmediğimiz ancak kendisinden bahsedilen, doğumdan sonra ölmek üzere programını yapmış ve kendisini aldatan kocasına ceza olarak kendini öldüren, kocasını onsuz bırakan kadını… Kanuni’nin kızkardeşinin çok sevdiği ama kendisini başka bir kadınla aldatan kocasını öldürttüğünü de hatırlarsınız.

Bütün bu tepkiler Kill Bill tadında bir kinin yol gösterdiği intikamlarla karıştırılmamalıdır. Bu örneklerde gördüğümüz, kadının, sıradan bir kadının, kırılan gururunu onarmak, zedelenen benliğini eski haline getirmek gibi özsel amaçlar güden, karşısındakine taarruzdan çok geç kalmış bir nefsi müdafadır. Bazen yalnızca haklı bir öfkenin sonucudur.

Kadının doğurduğu yavrusunu korumak için her yola başvurmasını anlayışla karşılayabiliyoruz da kendini korumasını neden yadırgıyoruz? Kaldı ki bu kendini korumanın doğal olarak karşıya yansıması her zaman yıkıp dökmek, kırmak, yaralamak, öldürmek, sakat bırakmak değildir. Günlük hayatta her yerde, kendi ilişkilerimizde, ailemizde, arkadaşlarımızda, tanıdığımız tanımadığımız birçok sıradan kadında görebileceğimiz, ilk bakışta nedeni sorgulanmayan ve ancak derine inildiğinde sebepleri anlaşılan tepkiler de buna girer.  Kocası tarafından sürekli kilolarıyla ilgili eleştirilen kadının, bilinçli veya bilinçsizce daha çok yemesi kocasına verdiği içgüdüsel bir cezadır. Yemekleri sürekli eleştirilen kadının yemek yapmayı bırakması, ilgi ve değer görmeyen, önemsenmeyen, arka plana atılan kadının, sevildiği yere yönelerek eşini/sevgilisini aldatması ya da gittikçe içine kapanması, kendini, ruhunu karşısındakine kapatması da bir cezadır.

Genel algının aksine, kıyıya köşeye sıkıştırılan, detaylarda bazen gözden kaçan ama cezalandıran, korkmayan, devrilmeyen kadınlar vardır. Hatta bana kalırsa, kadının en güçlü darbesi, verebileceği en büyük ceza mutlu olmaktır; bizzat kendi mutluluğu! Onu yıpratmaya, yıldırmaya, kırıp dökmeye çalışan herkese ve herşeye inat mutlu olmak ve vazgeçmemektir. Hem yolundan hem de mutlu olmaktan vazgeçmemek.

Özetle güçsüz, çaresiz kadın yoktur; sadece gücünü farkında olmayan kadın vardır! Söylediğim gibi, bu aslında tam olarak bir farkındalık meselesidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-ShareAlike 4.0 International License. Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Alıntı 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.