Yorgo
Angelopoulos’da 17 Eylül 2015 tarihli “Aldatılan Kadının İntikamı” başlıklı haberi okuyunca bir süredir kafamın
içinde dolaşan karakterleri özgür bırakmaya karar verdim. Kilis’deki kadının
tavrı, bu konuyu açmanın tam da zamanı diye haykırıyor sanki!
Her gün şiddet
gören kadınları izliyor, tehditler alan, kaçan, saklanan, korkmuş kadınların
hikayelerini dinliyoruz. Bu hikayelerle birlikte yayılan algı ile, kadın imajı,
gün be gün biraz daha çaresiz ve
korunmaya muhtaç kadın şekline bürünüyor. Günümüz ataerkil toplumundaki
yaygın kanı, her geçen gün, kadının kırılgan ve naif olduğu, bu nedenle itilip
kakılmasının yani karşılık veremeyişinin doğal olduğu şeklinde yerleşiyor. Peki
gerçek böyle midir?
Tüm bunları
gerçek kabul etmek bir yanılgıdır ve durum aslında tam olarak bir farkındalık
meselesidir. Doğuran, hayat veren ve bundan sonraki en kuvvetli dürtüsü
yavrusunu korumak olan kadının güçsüz ve savunmasız olduğu nasıl iddia edilebilir?
Soyunun devamlılığını hem üreyeceği erkeği seçerek, hem doğurarak hem de
dünyaya getirdiğini dışarıdaki her türlü musibetten koruyarak sağlayan kadının
içgüdüleriyle hangi erkek yarışabilir? Öyleyse nerden geliyor bu savunmasızlık
yaftası? Ordan burdan ama kesinlikle içimizden, içimizdeki vahşi kadından
değil!
Filmlerdeki, kitaplardaki karakterlerin hepsi mi kurmaca?
Gerçeklerden esinlenenen (!) ve aslında gerçek olmadıklarına dair hiçbir kanıt
barındırmayan bu kadın karakterleri izlerken, okurken kendimizi onlarla
özdeşleştirebiliyoruz, anlıyoruz, hissediyoruz ve fakat unutmayı seçiyoruz.
Kadının da kendi yöntemleri olduğunu ve bunların, erkeklerin kullandığı (çoğunlukla
fizyolojik gücün yeterli olduğu) yöntemlere pek benzemediğini görmezden
geliyoruz. Kadınları, kendimizi, hafife alıyoruz.
Eşkiya’da kendisini zorla alıkoyan ve geleceğine sahip olan
ama gelin görün ki ruhuna asla sahip olamayan adamla ve hatta hiçkimseyle bir daha
konuşmayan, susan kadını hatırlarsınız. Zorbalıkla, bir kadının bir adama ait
olamayacağının da güzel bir örneğidir o. Acı Ay’da kendisini birlikte tatile
çıkıyoruz diyerek kandıran ve hamile sevgilisini tek başına bir adaya
göndererek ondan kurtulmaya çalışan adamın hazin sonunu… Adamın planına kadının
çocuğunu kaybetmesi de dahildir ve hem gururunu, hem aşkını hem de çocuğunu
kaybeden bir kadın vardır artık. Sen Aydınlatırsın Geceyi filminde aşağılanan, kırılan ve bu yüzden kaçan geri
dönmeyen kadını… Oysa kendini ifade etmeye çalışmış, ama anlamadan dinlemeden
suçlanmıştır. Bir Zamanlar Anadolu’da filminde hiç görmediğimiz ancak
kendisinden bahsedilen, doğumdan sonra ölmek üzere programını yapmış ve
kendisini aldatan kocasına ceza olarak kendini öldüren, kocasını onsuz bırakan
kadını… Kanuni’nin kızkardeşinin çok sevdiği ama kendisini başka bir kadınla
aldatan kocasını öldürttüğünü de hatırlarsınız.
Bütün bu tepkiler Kill Bill tadında bir kinin yol gösterdiği
intikamlarla karıştırılmamalıdır. Bu örneklerde gördüğümüz, kadının, sıradan
bir kadının, kırılan gururunu onarmak, zedelenen benliğini eski haline getirmek
gibi özsel amaçlar güden, karşısındakine taarruzdan çok geç kalmış bir nefsi
müdafadır. Bazen yalnızca haklı bir öfkenin sonucudur.
Kadının doğurduğu yavrusunu korumak için her yola
başvurmasını anlayışla karşılayabiliyoruz da kendini korumasını neden
yadırgıyoruz? Kaldı ki bu kendini korumanın doğal olarak karşıya yansıması her
zaman yıkıp dökmek, kırmak, yaralamak, öldürmek, sakat bırakmak değildir.
Günlük hayatta her yerde, kendi ilişkilerimizde, ailemizde, arkadaşlarımızda,
tanıdığımız tanımadığımız birçok sıradan kadında görebileceğimiz, ilk bakışta
nedeni sorgulanmayan ve ancak derine inildiğinde sebepleri anlaşılan tepkiler
de buna girer. Kocası tarafından sürekli
kilolarıyla ilgili eleştirilen kadının, bilinçli veya bilinçsizce daha çok
yemesi kocasına verdiği içgüdüsel bir cezadır. Yemekleri sürekli eleştirilen
kadının yemek yapmayı bırakması, ilgi ve değer görmeyen, önemsenmeyen, arka
plana atılan kadının, sevildiği yere yönelerek eşini/sevgilisini aldatması ya
da gittikçe içine kapanması, kendini, ruhunu karşısındakine kapatması da bir
cezadır.
Genel algının aksine, kıyıya köşeye sıkıştırılan, detaylarda
bazen gözden kaçan ama cezalandıran, korkmayan, devrilmeyen kadınlar vardır.
Hatta bana kalırsa, kadının en güçlü darbesi, verebileceği en büyük ceza mutlu
olmaktır; bizzat kendi mutluluğu! Onu yıpratmaya, yıldırmaya, kırıp dökmeye
çalışan herkese ve herşeye inat mutlu olmak ve vazgeçmemektir. Hem yolundan hem
de mutlu olmaktan vazgeçmemek.
Özetle güçsüz, çaresiz kadın yoktur; sadece gücünü farkında
olmayan kadın vardır! Söylediğim gibi, bu aslında tam olarak bir farkındalık
meselesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder