İnsanlar yapay zeka (artificial ıntelligence) yerine
ezoterik bilgiyi bulmaya çalışsalar, dünya daha yaşanılır, daha güzel bir yer
olmaz mıydı?
Carl G. Jung da benzer bir düşünceye sahip olsa gerek.
Masallarda Ruhun Fenomenolojisi Üzerine* başlıklı makalesinde önce modern ve
aydın (!) insanın ruh kavramını kaybettiğinden ve bu kavramı salt dinsel
sayarak küçümsediğinden bahsetmiş ve eklemiş:
“ Aydınlanmış rasyonaliste şu soruyu sormak durumundayım:
Rasyonalist indirgemecilik madde ve ruhun herkesin yararına olacak bir biçimde
kontrol altına alınmasını sağladı mı? Rasyonalist, yanıt olarak, fizik ve tıptaki ilerlemelere, ruhun
ortaçağın donukluğundan kurtarılmasına ve iyi niyetli bir Hıristiyan olarak da,
demon korkumuzun sona ermesine gururla işaret edecektir. Ama biz sormayı
sürdürelim: Diğer tüm kültürel başarılarla ne elde edildi? Bunun ürkünç yanıtı
ortadadır: İnsan hiçbir korkudan kurtulmadı, dünyanın üzerine karanlık bir
kabus çöktü. Şu ana kadar akıl acıklı bir başarısızlığa uğradı, özellikle de
herkesin kaçınmaya çalıştığı şey, dehşet verici bir hızla ilerliyor. İnsan
muazzam işler başardı, ama bunun karşılığında dünyanın uçurumunu derinleştirdi;
insan nerede duracak, durabilecek? Son Dünya Savaşı’ndan sonra ümidimiz akıldı;
şimdi yine ümit ediyoruz. Ama insanlar atom parçalanmasının sunduğu olanaklar
karşısında daha şimdiden büyüleniyor ve Altın Çağ beklentisi içine
giriyorlar-tahribatın akıl almaz boyutlara ulaştığının en büyük kanıtı bu. Ve
bütün bunlara neden olan kim? Güya zararsız, yetenekli, buluşçu ve sağduyulu
olan ama maalesef demonizminin bilincinde olmayan insan ruhu. Evet bu ruh,
kendiyle yüz yüze gelmemek için herşeyi yapıyor ve herkes canla başla ona
yardım ediyor. Aman, psikoloji olmasın da ne olursa olsun, çünkü bu sapma insanın
kendisi hakkında bilgi sahibi olmasına yol açabilir! Onun yerine, hep karşı
tarafın suçlanabildiği savaş olsun daha iyi. Üstelik de, tüm dünyanın, korkulup
kaçılan şeyi adeta çıldırmış gibi yaptığını kimse fark etmiyor.”
Kuşkusuz Jung bu satırları kaleme aldığında, henüz bilim ve
teknoloji, Cern’deki deneyleri başlatacak düzeye gelmemişti. Henüz Avengers
çekilmemiş, makinalarla insanların savaşı Terminatör ile hayatımıza girmemiş ve
National Geographic Robotlar belgeselini Imax’de gösterime sunmamıştı. Bu
filmler, teknolojik gelişmeler, Google, Apple, İntel… Bilim kurgunun aslında
tam da kurmaca olmadığını düşündünüz mü hiç? İnsan zekasını yenecek
makinaların, yapay zekanın gerçek olduğu kitaplar yazılabiliyor, filmler
çekilebiliyor ise araştırma ve çalışmaları yapılmıyor mudur? Silikon Vadisi’nde
bir yerlerde, belki Vadi’ye yakın üniversitelerde, belki Japonya’da birileri
insan beynini kopyalamaya, insanı bilgisayarlara yüklemeye, yaptığımız herşeyi
yapabilecek, tüm insan özelliklerini taşıyan ve fakat daha üst model, daha zeki
versiyonlarımız olan androidler yapmaya çalışmıyor mudur? Bu makinelere,
robotlara yani en gelişmiş teknolojiye sahip olmak, o bir grup insanı dünyanın
sahibi, geri kalan tüm insanlığı da onların kölesi yapmaz mı? Bugün bu noktaya
işaret eden şu cümleleri sarf etmiş aynı makalesinde Jung:
“ Tüm dışsal gelişim ve değişmelerin insanın içsel doğasına
ulaşmadığı, son kertede her şeyin, bilim ve teknolojiyi elinde bulunduran
insanın sorumluluğunun bilincinde olup olmadığına bağlı olduğu ne zaman
kavranacak?”
İnsan, içten gelen, insana ait kavramları, ruh kavramıyla
birlikte bir kenara bıraktığı, ve bu kavramları reddettiğinden dolayi, bilim ve teknolojinin
gücünü doğru kullanamadığı bir dönemden söz ediyoruz. Bu gücü elinde bulunduran
azınlık, artık dünyadaki gereksiz çoğunluğun kaçınılmaz olarak efendisi
olacaktır. Ve bundan sonra “gelişmekte olan ülkeler” kavramı da kalmayacaktır.
Bunun yerine” artık gelişmek için çok geç ey zavallı ülkeler” kavramı
kullanılacaktır.
Senaryomuzda bir seviye daha ileri gidersek karşımıza ne
çıkabilir? Gerek mitolojiden, gerek arketiplerden, gerekse bilim kurgu
eserlerinden ve hatta Yüzüklerin Efendisi’nden biliyoruz ki “Güç sahip olanı
ele geçirir, onun sonunu getirir”! Öyleyse bu güçlü azınlığın da kendi kendini yok
etme ihtimali mevcuttur. (Avengers - Age of Ultron?) O zaman kendi yarattığımız
teknoloji de aynı bizim gibi bir takım değerlere ve ruh kavramına sahip
olmadığı için bizim soyumuzu tüketerek dünyayı daha yaşanılır bir yer haline
getirecektir. Biz zavallı hayvanları, bitkileri öldürmüyor muyuz? Onlar da
benzer şekilde zavallı insanlardan kurtulacaklardır. Bu hikayede şimdiye kadar
mantıksız bir olay örgüsü göremiyorum!
Ancak, bir taraftan yaşlanmayı engelleme araştırmaları, bir
taraftan yapay zeka çalışmaları son hız devam ederken, bilim ve teknolojiyi de
elinin tersiyle iten (ruhunu zaten çoktan kaybetmiş) bir ülke insanın hala din,
dil, etnik köken, kötü kokan siyaset tartışmasında ve bunlarla oyalanmasında
mantıklı bir taraf göremiyorum. Ülkede sıkışıp kalmış bir grup bilim adamının
da bu ilkelliğe çekilmeye çalışılmasını, bu baskıdan kaçabilen küçük bir grubun
arkasından ise “ülkemizden hep beyin göçü oluyor” diye hayıflanılmasını oldukça
dramatik buluyorum.
Bilim ve teknoloyi Twitter düzeyinde benimseyen ahali!
Ezoterik bilgiyi egoterik bilgiye
yuvarlama bari! Bilesin ki hiçbir yerinden aydınlanmaya yanaşmayan ve her türlü
ışığın çok uzağında olan ülkelerin sonu esaret (hem bireysel hem toplumsal) ve
köleliktir. (Bunu da Jung değil ben söyledim!)
Sevgi ve Işıklar,
* “İlk kez Eranos-Jahrbuch 1945’te (Rhein-Verlag,
Zürih, 1946) “ Zur Psychologie des Geistes” adıyla yayımlanmıştır. Gözden geçirilip
genişletilmiş versiyonu bu başlıkla (“Zur Phanomenologie des Geistes im Marchen”)
Symbolik des Geistes (Psychologische Abhandlungen VI) içinde yayımlanmıştır
(Rascher, Zürih, 1948).” – Dört Arketip, Metis Yayınları; Çeviren: Zehra Aksu
Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder