18 Ekim 2015 Pazar

YAPAY ZEKA

İnsanlar yapay zeka (artificial ıntelligence) yerine ezoterik bilgiyi bulmaya çalışsalar, dünya daha yaşanılır, daha güzel bir yer olmaz mıydı?

Carl G. Jung da benzer bir düşünceye sahip olsa gerek. Masallarda Ruhun Fenomenolojisi Üzerine* başlıklı makalesinde önce modern ve aydın (!) insanın ruh kavramını kaybettiğinden ve bu kavramı salt dinsel sayarak küçümsediğinden bahsetmiş ve eklemiş:
“ Aydınlanmış rasyonaliste şu soruyu sormak durumundayım: Rasyonalist indirgemecilik madde ve ruhun herkesin yararına olacak bir biçimde kontrol altına alınmasını sağladı mı? Rasyonalist, yanıt olarak, fizik ve tıptaki ilerlemelere, ruhun ortaçağın donukluğundan kurtarılmasına ve iyi niyetli bir Hıristiyan olarak da, demon korkumuzun sona ermesine gururla işaret edecektir. Ama biz sormayı sürdürelim: Diğer tüm kültürel başarılarla ne elde edildi? Bunun ürkünç yanıtı ortadadır: İnsan hiçbir korkudan kurtulmadı, dünyanın üzerine karanlık bir kabus çöktü. Şu ana kadar akıl acıklı bir başarısızlığa uğradı, özellikle de herkesin kaçınmaya çalıştığı şey, dehşet verici bir hızla ilerliyor. İnsan muazzam işler başardı, ama bunun karşılığında dünyanın uçurumunu derinleştirdi; insan nerede duracak, durabilecek? Son Dünya Savaşı’ndan sonra ümidimiz akıldı; şimdi yine ümit ediyoruz. Ama insanlar atom parçalanmasının sunduğu olanaklar karşısında daha şimdiden büyüleniyor ve Altın Çağ beklentisi içine giriyorlar-tahribatın akıl almaz boyutlara ulaştığının en büyük kanıtı bu. Ve bütün bunlara neden olan kim? Güya zararsız, yetenekli, buluşçu ve sağduyulu olan ama maalesef demonizminin bilincinde olmayan insan ruhu. Evet bu ruh, kendiyle yüz yüze gelmemek için herşeyi yapıyor ve herkes canla başla ona yardım ediyor. Aman, psikoloji olmasın da ne olursa olsun, çünkü bu sapma insanın kendisi hakkında bilgi sahibi olmasına yol açabilir! Onun yerine, hep karşı tarafın suçlanabildiği savaş olsun daha iyi. Üstelik de, tüm dünyanın, korkulup kaçılan şeyi adeta çıldırmış gibi yaptığını kimse fark etmiyor.”

Kuşkusuz Jung bu satırları kaleme aldığında, henüz bilim ve teknoloji, Cern’deki deneyleri başlatacak düzeye gelmemişti. Henüz Avengers çekilmemiş, makinalarla insanların savaşı Terminatör ile hayatımıza girmemiş ve National Geographic Robotlar belgeselini Imax’de gösterime sunmamıştı. Bu filmler, teknolojik gelişmeler, Google, Apple, İntel… Bilim kurgunun aslında tam da kurmaca olmadığını düşündünüz mü hiç? İnsan zekasını yenecek makinaların, yapay zekanın gerçek olduğu kitaplar yazılabiliyor, filmler çekilebiliyor ise araştırma ve çalışmaları yapılmıyor mudur? Silikon Vadisi’nde bir yerlerde, belki Vadi’ye yakın üniversitelerde, belki Japonya’da birileri insan beynini kopyalamaya, insanı bilgisayarlara yüklemeye, yaptığımız herşeyi yapabilecek, tüm insan özelliklerini taşıyan ve fakat daha üst model, daha zeki versiyonlarımız olan androidler yapmaya çalışmıyor mudur? Bu makinelere, robotlara yani en gelişmiş teknolojiye sahip olmak, o bir grup insanı dünyanın sahibi, geri kalan tüm insanlığı da onların kölesi yapmaz mı? Bugün bu noktaya işaret eden şu cümleleri sarf etmiş aynı makalesinde Jung:
“ Tüm dışsal gelişim ve değişmelerin insanın içsel doğasına ulaşmadığı, son kertede her şeyin, bilim ve teknolojiyi elinde bulunduran insanın sorumluluğunun bilincinde olup olmadığına bağlı olduğu ne zaman kavranacak?”

İnsan, içten gelen, insana ait kavramları, ruh kavramıyla birlikte bir kenara bıraktığı, ve bu kavramları reddettiğinden dolayi, bilim ve teknolojinin gücünü doğru kullanamadığı bir dönemden söz ediyoruz. Bu gücü elinde bulunduran azınlık, artık dünyadaki gereksiz çoğunluğun kaçınılmaz olarak efendisi olacaktır. Ve bundan sonra “gelişmekte olan ülkeler” kavramı da kalmayacaktır. Bunun yerine” artık gelişmek için çok geç ey zavallı ülkeler” kavramı kullanılacaktır.

Senaryomuzda bir seviye daha ileri gidersek karşımıza ne çıkabilir? Gerek mitolojiden, gerek arketiplerden, gerekse bilim kurgu eserlerinden ve hatta Yüzüklerin Efendisi’nden biliyoruz ki “Güç sahip olanı ele geçirir, onun sonunu getirir”! Öyleyse bu güçlü azınlığın da kendi kendini yok etme ihtimali mevcuttur. (Avengers - Age of Ultron?) O zaman kendi yarattığımız teknoloji de aynı bizim gibi bir takım değerlere ve ruh kavramına sahip olmadığı için bizim soyumuzu tüketerek dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getirecektir. Biz zavallı hayvanları, bitkileri öldürmüyor muyuz? Onlar da benzer şekilde zavallı insanlardan kurtulacaklardır. Bu hikayede şimdiye kadar mantıksız bir olay örgüsü göremiyorum!

Ancak, bir taraftan yaşlanmayı engelleme araştırmaları, bir taraftan yapay zeka çalışmaları son hız devam ederken, bilim ve teknolojiyi de elinin tersiyle iten (ruhunu zaten çoktan kaybetmiş) bir ülke insanın hala din, dil, etnik köken, kötü kokan siyaset tartışmasında ve bunlarla oyalanmasında mantıklı bir taraf göremiyorum. Ülkede sıkışıp kalmış bir grup bilim adamının da bu ilkelliğe çekilmeye çalışılmasını, bu baskıdan kaçabilen küçük bir grubun arkasından ise “ülkemizden hep beyin göçü oluyor” diye hayıflanılmasını oldukça dramatik buluyorum.

Bilim ve teknoloyi Twitter düzeyinde benimseyen ahali! Ezoterik bilgiyi egoterik bilgiye yuvarlama bari! Bilesin ki hiçbir yerinden aydınlanmaya yanaşmayan ve her türlü ışığın çok uzağında olan ülkelerin sonu esaret (hem bireysel hem toplumsal) ve köleliktir. (Bunu da Jung değil ben söyledim!)


Sevgi ve Işıklar,


* “İlk kez Eranos-Jahrbuch 1945’te (Rhein-Verlag, Zürih, 1946) “ Zur Psychologie des Geistes” adıyla yayımlanmıştır. Gözden geçirilip genişletilmiş versiyonu bu başlıkla (“Zur Phanomenologie des Geistes im Marchen”) Symbolik des Geistes (Psychologische Abhandlungen VI) içinde yayımlanmıştır (Rascher, Zürih, 1948).” – Dört Arketip, Metis Yayınları; Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-ShareAlike 4.0 International License. Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Alıntı 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.