Fotoğraf: Aysun Demiraç |
Çoğumuz Amerikan filmlerinden aşinayızdır San Francisco’nun
kırmızı köprüsüne… Bugünkü rotamız sisten görebildiğimiz kadarıyla işte bu
köprü, nam-ı diğer Golden Gate.
Burası turistlerin San Francisco’daki en önemli
duraklarından biri. Toplu taşıma ile ulaşım da oldukça kolay; şehrin içinde
birçok yerde, tam önüne giden otobüsleri yakalamak mümkün. Otobüs güzergahları
burada görülebilir:
http://goldengatetransit.org/schedules/current/ındex.php
Fotoğraf: Aysun Demiraç |
Tarihi kayıtlara göre, San Carlos adındaki bir İspanyol
gemisi 1775 yılında, şu anda Golden Gate adı verilen bölgeden süzülüyor ve
1776’da bu bölgede adını Yerba Buena koyduğu bir yerleşke kuruyor. Yerba Buena
daha sonraları San Francisco adını alıyor. 1848 yılında henüz şehrin nüfusu
500’un altındayken, altın madenine hücum ile 1849’da nüfus 10 katına yükseliyor.
1900’lu yıllara gelindiğindeyse, San Francisco Bay Area diye tanımlanan
bölgenin nüfusu bir milyona ulaşmış bulunuyor. Ve bu nüfus köprü gibi ulaşım ihtiyaçlarını
da beraberinde getiriyor. Çünkü köprü olmayışı, kuzeye doğru genişlemenin
önünde bir engel yaratıyor. Evet San Francisco’nun iki yakasını bağlayacak bir
köprüye ihtiyacı var fakat bu köprüyü inşa etmek nasıl mümkün olabilir ki? Uzun
yıllar, köprünün inşası imkansız görülüyor. Sebebi bölgenin olumsuz coğrafi ve
iklim koşulları: Yoğun sis, sert okyanus rüzgarları, güçlü gelgitler, geniş
alanlara yayılan akıntılar ve meşhur San Andreas fay hattı.
1921 yılında Joseph Strauss, köprünün yapımındaki kritik
isim, ilk dizaynlara başlıyor. Dizayn, ilerleme gösteren konstrüksiyon
teknikleriyle, değişikliklere uğrayarak yıllar içinde günümüzdeki halini
alıyor. İnşaat 5 Ocak 1933’de başlıyor ve köprü otomobil trafiğine 28 Mayıs
1937’de açılıyor. Bundan bir yıl sonra yani 1938’de de J.Strauss ölüyor.
Köprünün uzunluğu 1.7 mil (2.7 km) ve genişliği 90 ft (27
m). Okyanusun üzerine bu uzunluk ve genişlikte bir köprü inşa etmek o dönemde bir
takım teknik zorlukları beraberinde getiriyor. Örneğin mühendislik
hesaplamalarını yapacak bilgisayarlar, hesap makineleri ve teknik çizimler için
yazılımlar yok. Herşey kağıt, kalem ve ülkemizde 68 kuşağının üniversite
döneminde kullandığı slide rules ile
yapılıyor.
Köprünün güney bölümündeki yani San Francisco tarafındaki
kulesi inşa edilmeye başlanıyor. Ancak 1933 yılında, sis nedeniyle bir yük
gemisi kulenin ayağına çarpıyor. Bundan 2 ay sonra ise, onarılmış kulenin
yarısı fırtınada çöküyor. Buradan
anlaşılıyor ki kulelere sağlam temeller gerek ve türlü zorluklarla okyanusa
temeller atılıyor. Köprünün 227 m uzunluğundaki bu iki kulesi, köprünün
tamamlandığı 1937 yılında, dünyanın en uzun kuleleri! Her bir kulede kullanılan
44 000 ton çelik, Bethlehem Çelik Fabrikası’nda üretilerek, Pensilvanya’dan
Panama Kanalı aracılığıyla San Francisco’ya taşınıyor.
Kulelerin ardından taşıyıcı halatların konstrüksiyonuna sıra
geliyor. Hesaplanan halat çapı 1 m’den biraz fazla ki bu da 12 000 tona
karşılık gelen halatların taşınmasını ve özellikle kulenin tepesine
çıkarılmasını zorlaştırıyor. Endişelenmek yok; mühendisler bugünler için var!
John A. Roebling, zaten 1800’lü yıllarda cable
spinning yöntemini bulmuştu. Onun kurduğu fabrika, köprünün tüm halatlarını
üretiyor. Bu taşıyıcılar, cable spinning yöntemiyle kulenin tepesinde
üretiliyor. Zaten kulelerin bu kadar yüksek olmasının sebebi de çekme yüklerini
azaltarak halat çapını düşürmeye çalışmak. Aslında köprünün ilk dizaynlarında
daha kısa kuleler kullanılıyor ancak bu durumda halatlardaki stresler artıyor,
dolayısıyla halat çapları büyüyor. Son durumda taşıyıcı halatların çapı 0.92 m
olarak belirtiliyor.
35$ milyona mal olan köprünün yapımında 11 kişi hayatını kaybettiğini de ekleyelim. Bu güzel köprünün yanında yöresinde her yerde köprüye ait bilgiler, yaratıcı hediyelik eşyalar, kitaplar, dergiler görmek mümkün. O kadar ki, köprüde kullanılan civatayı bile satıyorlar!
*
Bilgilerin büyük bölümü köprüdeki açıklayıcı bilgi panolarından alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder