Chopin’den yumuşak bir vals girişiyle 25 yaşında “Çocuk da
yaparım kariyer de!” diyerek yola çıkıyoruz. ¾ zamanlı bir salon dansı başlıyor
usulca. 26, 27… Başımız hafif bir açıyla sola dönük, biraz utangaç, biraz
mağrur… 28, 29… Döne döne ilerlemekteyiz, dudaklarımızda asil ve muzip bir
gülümseme. 30! Crush! Vals sustu, dans bitti. Yerine Vanessa Mae’den Tango de
Los Exilados!
30 yaşında gözünü açan modern 21. yy kadını, gördükleri
karşısında şaşkın! Ne çocuk var ne kariyer! Parayla ve kısa tatillerle
ödüllendirilen, havalı plaza köleliği yanında sürekli kafayı kurcalayan bir
Master, PhD planı. Topuklu ayakkabılar, manikürlü tırnaklar, pastel bir makyaj
ve çocuğunun babasını seçememiş karışık bir kafa! Tango güçleniyor, yumuşak
vals yerini kurtlarla dansa bırakmış çoktan. Roxanne’yi bir o adam, bir diğeri
yakalayıp döndürüyor sanki. Roxanne dansa devam ama şaşkın.
Bir de 21. yy gürültü kirliliği ekleniyor bu şaşkınlığa.
Araba gürültüsü, “Hadi kızım evlenmiyor musun?” sorusunu en az 50 değişik
kombinasyonla yineleyebilen aile büyüklerinin gürültüsü, telefonlar, e-mailler,
gece kulüplerinin uğultusu, boş konuşan adamlar, çok konuşan patronlar,
çocuklarından bahsetme aşamasına geçmiş arkadaşların kendinden memnun
kahkaları… Ve susan 30 yaş kadını çünkü şaşkın.
Oysa Düğümlere Üfleyen Kadınları, Kurtlarla Koşan Kadınları,
Tarihi Değiştiren Kadınları okumuştuk, öykülerini dinlemiş, onlarla birlikte iç
sesimize kulak vermiştik. Güçlü kadınlara öykünmüş, evliliklerine sokulup kariyerlerini
terk eden kadınlara içten içe üzülmüş, şarap gibi yıllandıkça güzelleşen
kadınları örnek almıştık. Öyleyse 30 ile birlikte gelen bu şaşkınlık neden?
Belki yeterince kendimize, içimize erişememiş olduğumuzdan, belki dış dünyaya
fazla kulak vermekten. Belki “30 yaşınızda kendinizi nerede görüyorsunuz?”
sorusuyla dalga geçerken farkında olmadan soruyu çok ciddiye almış olmaktan!
Belki rol modellerimizi bir kenara bırakıp çoluğa çocuğa karışan teyze
kızlarını, çocukluk arkadaşlarını, lise grubunu, üniversiteden tanıdığımız ve hatta
hafif meşrep diye fısıldadığımız
(!) kadınları esas almaktan! Yeni tanıştığımız insanlara adından sonra ne iş
yaptığını sorarak kariyer para yaş üçgenini gözümüzde orantısızca ve acımasızca
büyütmekten! 30 yaşından sonra şpagat açamazsınlar, 30’undan sonra meslek
değiştiremezsinler, ilk çocuğu mutlaka 30’undan önce doğurmalısınlar, uzayıp
giden yapılması ve yapılmaması gerekenler…. Gülüp geçtiğimiz bu dış sesler,
farkında olmadan belleğimizde öyle yer etmiş ki şaşkınız! 30-40 arasının en iyi yaşları olduğu sıkça
vurgulanan erkeğin aksine 30 sayısını sürekli bir geciktirme, erteleme
çabasındayız. Sanki bir finish çizgisi
ve bastığımızda anlamsız bir buhran beklemekte bizi!
Halbuki gerçek hiç de böyle değil. İnsan ömrü uzamışken,
kadınlar önceki nesillere göre çok daha bilinçlenmişken, deneyimleri artmışken, 30lar artık yeni 20ler
demek! İçsel bütünlüğüne yaşadığı deneyimlerden de dersler çıkararak erişen ve
kendini tamamlayan kadın asıl 30 yaşından sonra istediği herşeye sahip olabilir.
Yürümekte olduğu yoldan devam edip daha iyilerini de başarabilir, bu zamana
kadar yaptığı herşeyin, meslek ve eş seçimleri de dahil, yanlış olduğunu görüp
yeniden de başlayabilir. 30’undan sonra doktor olmaya karar verip tıp fakültesine kaydolabilir, baleye
başlayabilir, ilk çocuğu 38’inde doğurmaya karar verip ölmeden mürvetini görelimlere aldırmadan evlilik planlarını
erteleyebilir! Yaptığı yanlışları düzeltmek ve doğru adımlarla yeniden başlamak
için en güzel zamandır 30!
Şaşkınlık, toplumdan. Endişe, sosyal baskılardan. Korku, geç
kalmaktan.
Oysa kaçan hiçbir şey yok. Aksine, kendiyle barışık, daha
güvenli, daha bütün, ne istediğini bilen bir kadın var.
Hem hayat korkutulduğumuz kadar kısa değil! Yeter ki
ruhumuzu özgür bırakalım…
Korkmayalım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder